Bellek Psikoonkoloji

Bu kadar stres varken

NASIL SAĞLIKLI KALIRIZ?

Dün akşam yediğimiz yemek mi yoksa

aklımızdan geçen düşüncemi bugün midemizi rahatsız eden?

Bedenimize iyi bakarken ruhumuza nasıl iyi bakabiliriz?

Zekamızla her türlü ruhsal meselemizi çözebilir miyiz?

Stresle kronik hastalıklar arasındaki ilk bilimsel bağlantı 1950’li yıllar itibariyle tıp dünyasında yerini almaya başlamıştır. Robert M. Sapolsky, “Zebralar Neden Ülser Olmaz?” adlı kitabında 50’lerden bu yana yapılan tüm çalışmaları detaylarıyla ortaya koyarken stres ile hastalık arasındaki ilişkiyi “uzun süreli yavaş birikimli strese bağlı” olarak tarif eder.

Basitleştirerek tarif etmek gerekirse, ıssız bir yerde bir anda bir aslanla burun buruna gelirsek ya da deprem gibi beklenmedik ve yaşamı tehdit eden bir durumla karşı karşıya kaldığımızda strese gireriz ve bedenimizde bizi hayatta tutmak için otomatik olarak bir sistem devreye girer. Kendi kontrolümüzün dışında evrimsel olarak bugüne kadar hayatta kalmamızı sağlayan muhteşem otomatik pilot devreye girdiğinde kaçmamız, koşabilmemiz, sıçrayabilmemiz ya da günlerce yemeden içmeden bir yerde saklanabilmemiz için vücudumuz ürettiği tüm enerjiyi kas ve iskelet sistemine harcarken sindirimi yavaşlatır, uzun vadede ihtiyacımız olan üreme, bağışıklık gibi sistemlere enerji yatırımı yapmaz. Hafızamızda ise, içinde olduğumuz stresli durumla ilgili hatıraları canlandırır. Örneğin, aslan gördüysek aslanlara dair izlediğimiz belgeselleri, anlatılan hikayeleri hatırlarız ki bu bilgiler hayatta kalmamız için işe yarayabilir. Bir aslanla burun burunayken 171’den 3’er 3’er geriye saymakta zorlanabiliriz. Sizi kaygılandıran konuyla ilgili nasıl oluyorsa bir sürü şeyin karşımıza çıkması bununla ilgili olabilir mi?

Otomatik pilot, hayatı tehdit eden bir durumda kısa süreli olarak devreye girdiğinde tehlikelere karşı hayatta kalmamızı sağlarken uzun süreli olarak açık kaldığında ise; bağışıklığımız gittikçe düşer, üremekle ilgili problemler yaşanabilir. Zihinsel bozulmalar, unutkanlıklar, küçük dikkatsizlikler, uyku bozuklukları (malum aslan etrafta dolanıyorsa uyumak iyi bir fikir değil), sindirim problemleri ve pek çok semptom ortaya çıkarır.

Günümüzde bir aslanla karşılaşma ihtimalimiz düşük olsa da, aynı otomatik pilotu devreye sokabilen ve hatta hep açık kalmasına sebep olan gelecek kaygısı, ekonomik kaygılar, beğenilmeme endişesi, yalnız kalma endişesi, hatasız olma zorlantısı vb pek çok sosyal ve öznel bugüne ve yarına dair stres hali içerisinde olduğumuzu söylemek yanlış olmaz. Yavaş yavaş bedensel gücümüzü ve sistemlerimizi yıpratan bu halden nasıl çıkacağız? Bizi strese sokan durumlar değişmedikçe?

Mekanik bir çözüm olarak, otomatik pilotu devreden çıkaracak kısa “stres molası” yaratmayı deneyebiliriz. Örneğin, çok yoğun çalışan biri tatile gittiğinde elektronik postalarına bakmadan durabiliyor mu? Tüm günü kaotik bir şekilde geçirdikten sonra bir rahatlama/ gevşeme hali kendimize yaşatabiliyor muyuz? Yoksa aynı stresli düşüncelerle mi uykuya dalmaya çalışıyoruz? Son zamanlarda meditasyon ve benzeri çözümlere ihtiyacın artmasını anlamak bu açıdan çok kolay, öyle değil mi?

Bedensel mekanik çözümden bir adım daha derinleşecek olursak bizi üzülmek, duygusal acı çekmek, öfkeye hakim olamamak doğrudan hasta etmezken; bu acı verici, rahatsız edici duyguları yok saymak ya da hiç etkilemiyor”muş gibi” yapmak, üstünü başka “olumlu” bir şeyle örtmeye çalışmak uzun vadede bir kronik hastalığın ortaya çıkmasına katkı sağlayabilir. Yani bizi duygular değil; duygularımızın farkında olmamak ve hatta onları ifade edememek zorlar. Bizim anlayamadığımızı, anlatamadığımızı beden bizim yerimize anlatmaya çalışır diyebiliriz. Migreniniz ne zaman tutuyor? Mideniz ne zaman sindirimde zorlanıyor? Bedenimiz bir semptom geliştirdiğinde, ilgili hekime muhakkak görünmenin yanı sıra aklımdan ne geçti, ne hissettim sorusunu sormak bu gizemli görünen sorunun cevabına bizi yaklaştırabilir.

Vizyonumuzu biraz daha derinleştirdiğimizde, gündelik yaşamdaki meseleleri, dertleri çözülmesi gereken, kendi tarafınızdan ya da bir başkası tarafından çözülebilecek sorunlardan ibaret görmemek bizi insan tarafımıza yaklaştırır. Karşımıza çıkan zorlukları aşmanın, sorunları çözmenin yollarını ararken bu sırada tüm bu olanlar bizi nasıl etkiliyor, nasıl hissettiriyor? İnsan canlısı da diğer tüm canlılar gibi etrafında olup bitenlerden her an etkilenmektedir. Konuşmak, paylaşmak çözmez; ağlamak, yas tutmak bunlar faydasız, zaman kaybı yada bir zayıflıkmış gibi görmeden insanca tarafımızı duyumsar, ilgi ve anlayış gösterirsek belki bedenimizin bizim yerimize anlatmasına gerek kalmayabilir. Bu bağlamda, psikoterapiyi “insanın kendini anlama yolu” olarak tarif etmem de çok yerinde olacaktır. Bir psikolojik bozukluğun olmasına gerek duymaksızın, mantık ve matematikten bağımsız çalışan bilinçaltımızın bilinçli şekilde farkına varmak, iç dünyamızın derinliklerini aydınlatmak için bilinen en iyi yollarından biri. Çok iyi çalışan bilişsel fonksiyon ve kapasitelerimiz, diğer bir deyişle zeka, ağırlıklı olarak bilincinde olduğumuz meselelere çok iyi çözümler bulabilir. Kitap okuyarak, eğitimler alarak, film izleyerek, bir arkadaşa danışarak çoğunlukla bilinç düzeyindeki pek çok şeyi kendimiz çözebiliriz. Kendimize iyi olduğu söylenen yaşam kılavuzlarını dayatmak yerine, önce kendimizde, kendi öznel, şahsi iç dünyamızda neler olduğunu anlamak en derinlikli çözüm diyebilirim.

Son olarak, stresin bir duygu ve düşünceler yelpazesinin genel adı olduğunu varsayarsak, sizin stresiniz hangi durum ya da duygudan kaynaklıyor sizce? Kendizi kurban gibi hissettiğinizde mi, dışlandığınızı hissettiğinizde mi, başarısız olacağınızı düşündüğünüzde mi, eleştirildiğinizde mi, öfkenizden suçluluk duyduğunuzda mı, kıskançlık hissettiğinizde mi…? Bu listeyi satırlarca uzatmak mümkün.

Bion’un “Birçok insan acıyı geçiştirir; halbuki önemli olan onu dönüştürmektir” sözüyle yazımı sonlandırırken bazen bir şarkı, bir şiir, bir türkü, bir örgü ruhsal olarak acılarımızı dönüştürmemize, ifade etmemize, iyileşmemize farkında olmadan ne çok fayda sağlıyor demek istiyorum. Her şeyi çözemesek bile…